ORDOS
16/11/2014
Kerem Topuz
Uzman Doktor Mehmet Dilektaş’ın ofisinin camında parlayan bahar güneşi geride kalan kışın arkasında bıraktığı ve her köşeye sinmiş dondurucu soğuğu kovalamaya yetmiyordu. Askeri hastanenin kalın duvarları arasında halen kaloriferler yanıyor, fizik tedavi ve rehabilitasyon koğuşunu dolduran tek tip pijama giymiş askerler koltuk değnekleri, yürüteçler ve tekerlekli sandalyeler ile koridorlardan sekerek tedavi seanslarına gitmedikleri zaman, kalorifer önlerinde ellerini ısıtmaya çalışıyorlardı. 50 gün vücudu ile bütünleşen alçıyı yeni çıkarmış Kerem, tamamen hareket kabiliyetini kaybetmiş dizinin üzerine yüklenmemeye çalışarak kaloriferin önünden ayrılıp, duvarlara tutunarak doktorun odasına doğru ilerledi.
Önündeki sonuçlara uzun uzun bakan doktor, Kerem’e dönüp, “Oğlum, n’aptın sen? Bir daha topallamadan zor yürürsün, ömrün olur yaşlanırsan da tekerlekli sandalyen garanti” deyiverdi. Bilmediği şey, Kerem’in pek öyle her zamanki hastalarına benzemediği ve o sırada dişlerini sıkmakta olduğuydu.”
“Uzman Doktor Mehmet Dilektaş’ın ofisinin camında parlayan bahar güneşi geride kalan kışın arkasında bıraktığı ve her köşeye sinmiş dondurucu soğuğu kovalamaya yetmiyordu. Askeri hastanenin kalın duvarları arasında halen kaloriferler yanıyor, fizik tedavi ve rehabilitasyon koğuşunu dolduran tek tip pijama giymiş askerler koltuk değnekleri, yürüteçler ve tekerlekli sandalyeler ile koridorlardan sekerek tedavi seanslarına gitmedikleri zaman, kalorifer önlerinde ellerini ısıtmaya çalışıyorlardı. 50 gün vücudu ile bütünleşen alçıyı yeni çıkarmış Kerem, tamamen hareket kabiliyetini kaybetmiş dizinin üzerine yüklenmemeye çalışarak kaloriferin önünden ayrılıp, duvarlara tutunarak doktorun odasına doğru ilerledi.
Tamam, tamam kesiyorum. Biraz dramatik bir giriş yapmak istedim. Bu maraton benim için gerçekten önemliydi. Siz de hissedin istedim. Tam 10 sene önce o odada gerçekten bir daha yürüyemeyeceğimi düşünmüştüm. Uzun hastane günleri bitip çıktığımda, o kadar çalışmaya rağmen gerçekten yürüyemiyordum. Üniversite yıllarında tanıştığım dağcılıktan sonra bu kadar ağır bir durağan hayata hazır olduğumu zannetmiyordum. Topallayarak Afganistan’a çalışmaya gittim. Tam 1 sene boyunca düzgün yürüyemedim. Elimden geldiğince hep egzersizlerimi yaptım ve bir gün maraton koşacağıma kendi kendime söz verdim. 3 senem oralarda geçti, dönünce birçok sakatlık daha yaşadım, ama sözüm hep aklımdaydı. 2013’te belki de biraz acele ederek nispeten eksik antrenman ile buna kalkıştım, son 10 km’yi sekerek tamamlamak zorunda kalacak kadar kötü bir şekilde kilitlendim. Tamamlamıştım ama daha iyisi olsun istiyordum. Bu sene daha iyi hazırlanma şansı buldum. Ve ikiye ayrılıp kaymış patellamdan on sene sonra, otuz beşinci yaş günümde, otuz altıncı yaşımın ilk saatlerinde, otuz altıncı Avrasya Maratonu’nu 4 saatin altına düşerek bitirebildim. Bu da mı tesadüf?
Koşmak bireysel bir efor, ama bizler için sosyal bir etkinlik. Birlikte yaptığımız antrenmanlar, düzenlediğimiz etkinlikler, vücudumuzu olduğu kadar kollektif bilincimizi de besliyor. Birbirimizden güç alıyor, başarı, üzüntü, hayal kırıklıları ve umutlarımızı birlikte paylaşıyoruz. Tam da bu neden ile 3 hafta önce Kapadokya Ultra’da kalabalık bir ekip içerisinde, harika bir etkinlikte, harika vakit geçirdikten sonra soğuk bir sonbahar hafta sonunda, asfalt üzerinde 42 kilometre koşmak için İstanbul’a küçük bir ekip ile gitmek en başta biraz zor geldi.
Kapadokya’da koştuğumuz kilometrelerin yorgunluğunu ne kadar atabilmiştik bilmiyorum, ama oldukça iyi sayılabilecek bir etkinlik geçirmiş olduk. Asfalt maratonu bizim gibi patika koşucuları için gerçekten korkutucu. Patika koşularında değişen eğim, çıkışlarda yürüme kaçamağı, nispeten yumuşak zemin aslında işi kolaylaştırıyor. Asfaltta ise tempo baskısı ve her adımda tüm eklemlerinize binen darbe sizi iyiden iyiye yıpratıyor.
Ekip küçük olunca her birimiz kendi programı ile İstanbul’a geldi. Start noktasında buluşuruz demiştik ama o mahşerani kalabalıkta hepimizin bir araya gelmesi mümkün olmadı. Tamamen tesadüfi bir şekilde Anıl ile bir araya gelip bitiş noktası için çanta bıraktıktan sonra başlangıç noktasına oldukça yakın olduğumuzu fark ettik ve zaten etrafımızın çok hızlı kalabalıklaşması ile hareket imkanımızın olamayacağını anladık. Ömür ile telefonda konuşup yerimizi tarif ettik. Kendisi akademik zerafeti ile insanları itip kakarak değil, herkese tek tek sorup yol isteyerek yanımıza gelmeyi başardı.
Start ile birlikte kalabalık köprü üzerinden akmaya başladı. Her zamanki gibi ite kaka geçmeye çalışan gaz adamları, köprüye yürümeye ve özçekim yapmaya gelmiş insanlar, ısınma temposu ile başlayan tecrübeli maratoncular, türlü türlü kostümler, bayraklar, formalar, mesajlar arasında tatlı bir curcuna ile başlamış olduk. Bu kez kalabalıkta hedef süre tavşanları vardı, sırtlarına bağlı balonlarda bitirme hedefleri yazan profesyonel bayan atletler etraflarında kendi ekiplerini oluşturmaya başlamışlardı. 3:30 ve 3:45 tavşanlarından başkasını görme fırsatım olmadı. Anıl 3:45’e yapıştı, Ömür ile de bir süre sonra kalabalıkta birbirimizi kaybettik. Yarış bitince köprü çıkışında Ömür’ün ufak bir kaza geçirip düştüğünü, dizlerinin yaralandığını, aslında ilk 20 km birbirimize oldukça yakın koşmuş olduğumuzu öğrenecektik. Ama yarış psikolojisi ve odaklanma nedeni aslında o kadar yakın olduğumuzu ikimiz de fark edemedik.
Yarıştan 9 gün önce Eymir’de hedef tempomu belirlemek için bir deneme yapmıştım. Tahminim maratonu 5:15-5:45 arası bir zamanda koşabileceğimdi. Denemede yarı maratonu 5:20 ile koşabildim. Bitirdiğimde bir aynı mesafe kadar daha aynı tempoda götüremeyeceğimi ve daha yavaş bir süre hedeflemem gerektiğini anlamış oldum. Hedefimi 5:30 olarak belirledim. Ortalama tempom Strava’ya göre 5:26, resmi sonuçlara göre 5:31 olarak görünüyor. Düşününce bu taktik yaklaşım aslında ekibimizin yıllara yayılmış ortak aklının ürünü. Tabii ki birçok maraton kaynağında önerilen bir bilgi bu, ama bunu ortak tecrübe havuzundan çıkarıp getirmenin kalıcılığını hiçbir makale sağlayamaz. İlk Avrasya maratonuna 15 km koşmak için 1999’da geldiğimi, o dönemde Serhan, Burçak, Serkan, Sertan gibi arkadaşların maraton koştuklarını hatırlıyorum. Aradan geçen zamanda aramızda yaptığımız tüm paylaşımlar bizleri olaya doğru taktikle yaklaşma konusunda ciddi şekilde bilinçlendirmiş görünüyor. Bu maraton öncesinde de Argün’ün 2013 maratonu sonrası yaptığı yorumları ve çalışmayı detaylı incelemenin faydasını gördüğümü söyleyebilirim.
Barbaros bulvarından tatlı tatlı fren yaparak, kendimi zorlamadan indim. Beşiktaş-Eminönü arası yol kenarındaki bandolar koşuya ayrı bir keyif katmıştı. Yüksek sesli tekno müzik için aynı şeyi söyleyemeyeceğim. Eminönü’nden Eyüp’e döndük. 15 km’cilerin dönüşü sonrası kalabalık azalmaya başladı. Ancak biz de Eyüp’den dönüp 15 km bitiş noktasına yaklaşınca, bu mesafenin orta tempo grubu ile karışmak zorunda kaldık. Bu da işi konsantre bir koşudan, kalabalıkta navigasyon koşusuna dönüştürüyor, tempo sağlamak oldukça güç olabiliyor. Sonunda ayrılıp Unkapanı yokuşuna vurduğumuzda hem yol genişledi, hem de kalabalık tenhalaştı. Yenikapı’da sahil yoluna çıktıktan 1 km kadar sonra maratonun lider ekibini dönüş yolunda görebildik. Gerçekten akıl almaz bir tempo ile ilerliyorlardı.
Önceki gece Önder’in yaptığı kıymalı makarnayı mideye indirdikten sonra Önder’in tempo için bizimle koşma ihtimalini konuşmuştuk. Süreyi hesapladıktan sonra Kazlıçeşme’de son 10 km’de bana katılabileceğini planlamıştık. Önder geçtiğimiz sene maraton süresini 3:30 altına düşürmek için ciddi bir antreman programı sonrası ne yazık ki yarışa giremeden bir boyun ameliyatı olmuş ve koşudan uzak kalmıştı. Ekibin eski koşucularından olduğunu düşünürsek, onu koşudan kopuk görmek gerçekten üzücü. Bu zamanı boş geçirmeyip doktorasını tamamlamış, minik İlir’i ele gelir hale getirmişti ve şimdi ufaktan koşuya dönmeye başlıyordu. Yenikapı’dan sonra tam artık müzik dinlemeye geçeyim diye düşünürken Önder’i yanımda buluverdim. “E hani Kazlıçeşme’de dahil olacaktın, mesafe uzun değil mi?” derken koşmaya başladı. Kalan mesafeyi beraber gittik ve son bölümdeki tempoma ciddi katkısı oldu.
Sabit tempo taktiğinin bir getirisi olarak, ilk 15 km’de beni geçen 400 arkadaşı yarışın kalanında geçip, bir de ilaveten 200 kişiyi geçmiş oldum. Rakamların sadece erkek kategorisine göre olduğunu düşünürseniz aslında olayın ölçeği büyüyor. Bunda Önder’in sürekli “hadi bakalım şu turunculuyu geçiyoruz!” ve “şu adamın tipini sevmedim, aşağıda bizi geçmişti!” şeklinde verdiği gazların payı da büyük. Yarıştan önce duvar denilen metabolik eşiği geçtiğimde tempoyu olabildiğince yükseltmeyi denemeye karar vermiştim. Bunu mümkün olduğunca yaptım. Aşağıdaki grafiklerde bu taktiği de değerlendirmeye çalıştım. Ne kadar mantıklı olduğu tartışılır.
Gülhane parkı girişinde Sinan ve Ayşegül’ün seslerini duymak bitişe çok yakın olduğumu hissettirdi. Park çıkışındaki kalabalığın oluşturduğu dar koridorda atılan son deparlar gerçekten unutulmaz anlardı. Bitiş çizgisini geçtiğimde 42,195 metrelik yol, 3 saat 52 dakika 44 saniyede, 3 karbonhidrat jeli, 1,5 muz, 2 brufen, 2 magnezyum tableti ile geride kalmıştı.
Yarış Değerlendirmesi: 5 kilometre geçiş zamanlarına göre hesaplanmış tempolara baktığımız zaman Ömür’ün 20. Km. sonrası ciddi bir yavaş dönem geçirdiği görülüyor. Sanırım bu bölgede bir sindirim sorunu yaşamış. Önder’in 23. km’de beni yakalayarak tempoma destek olması gibi bir nimetten ne yazık ki mahrum kalmış oldu. Aslında o noktada bu kadar yakın olduğumuzu bilsek belki yan yana gelebilirdik. Anıl 3:45 tavşanına uzun süre takılmış olmasına rağmen 25. Km.’den sonra o da yavaşlamış, sonradan kısmen toparlamış görünüyor. İstisnasız üçümüz de 30 ve 35. Km.’ler arası duvara girip yavaşlamış, çıkışta da hızlanmışız. Benim 35. Km. sonrası hızlanmam tamamen planlı bir girişimdi ancak yükselen tempoyu çok uzun sürdüremedim. Belki de bu hızlanma denemesinin maliyeti olarak Gülhane yokuşunda en fazla yavaşlayan da ben olmuşum.
Ömür ve benim, Anıl ile olan aramızdaki farkın birikimli grafiğinde de Önder faktörü gözlenebiliyor. Aslında Önder koşmaya başladığında Ömür bize çok yakınmış, bilemedik. Bir diğer gözlem de Anıl ile benim aramdaki farkın 30. Km sonrası sabit kaldığı.
Anıl’ın ortalama temposu olan 5:20’ye göre çizilmiş artık değer analizine göre ilk 25 km’de nispeten hızlı gittiği ve 30-35 arasındaki yavaşlamasının boyutları görülebiliyor.
Ben de yarıştan önceki hafta belirlediğim 5:30 hedef temposuna oldukça sadık kalabilmişim. 35 km. duvarında yavaşlasam da planladığım gibi duvardan sonra elimden geldiğince hızlanmaya çalıştım. Ancak belki de bu çabanın bedeli son 2 km’de ortalamamın altına ciddi düşmek oldu. Açıkcası bu atağı yapmasaydım da o son yokuşta muhtemelen ciddi yavaşlayacaktım, vicdanım rahat, yine olsa yine yaparım. Ayrıca bu sabit tempo ve son atak sayesinde, yarışın ilk 15 kilometresinde erkekler kategorisinde yaklaşık 400 kişi tarafından geçilmeme rağmen sonrasında 600 hemcinsimi sollamış olduğumu fark ettim.
Ömür’e 30-35 arası bir gaz veren olsaymış o da 4 saatin altına düşermiş gibi geliyordu, gerçekten hesaplayınca 4 saatin üzerindeki dakikaları o aralıktaki yavaşlamasına denk geliyor. Hiç yavaşlamadan duvarı geçemezdi belki ama öncesi/sonrası ile 4 saatin altına inebilirdi.
Yarışta Sinan, Ayşegül, Özgür’un numarası ile Serap da koştu. Ayrıca Sinan’ın babası da yarışı güzel bir sürede tamamlamış. Serhan, Dinemis, Pınar’ın da koştuğu söylentileri var ama sanırım ben o kısmı kaçırdım.
15 km Sonuçları:
Maraton Sonuçları:
Maraton koşan pek az kadın sporcumuz var. Bunu sonuç sıralamalarında görmek mümkün. Özellikle 18-24 yaş kategorisinde ilk 3’teki elit maratonculardan sonra dördüncü arkadaşın derecesi neredeyse 4 saat. Yani 18-34 yaş arası maratoncu bir kadın kişilikseniz “Elvan’ın arkasından dördünce geldim tüh yahu!” şeklinde anlamsız bir hava atma potansiyeliniz mevcut.
Geçiş Süreleri: