ORDOS
17/03/2014
Duygu Ören
"Düzenli" olarak koşmaya başlayalı yaklaşık bir yıl oldu. Bu bir yıl içinde 3 yarışa katılabildim. Bunlardan birisi geçtiğimiz hafta gerçekleşen Runtalya yarışıydı, ilk Runtalya tecrübem ve bir asfalt yarışına ikinci katılışım...
1 Mart cumartesi günü kalabalık sayılabilecek bir toplamla yola çıktık. Bir kısmımız sabahın erken saatlerinde, bir kısmımız ise öğlen saatlerinde Ankara'dan uçakla yola koyulduk. Cumadan yola çıkan bazılarımız ise çoktan Antalya'ya ulaşmıştı. Ersin, Nazime, Zeki, Hasan ve Duygu, cumartesi öğlene doğru Antalya'ya ulaşmışlar ve Terracity'den kayıt çantası ve çip alma işini üstlenmişlerdi (bkz. yandaki fotoğraf). Biz, sonradan yola çıkan ekip olarak (Ece, Erkan, Argün, Duygu, Gül, Vedat, Zeynep, Ömür, Serap, Murat) çanta ve çip alma işi için uğraşmayacak olmamızın rahatlığı içinde, gruplar halinde yola çıkarak havaalanında buluştuk... Sonra uçağa doluştuk... Uçtuk vardık Antalya'ya.
Antalya havaalanından, Argün başkanın önceden ayarladığı shutle ile otele doğru yola koyulduk. Minübüsşoförü"bu arkadaşlar yabancı, bir Antalya turu yapayım" diye mi düşündü bilinmez, hepi topu 8-9 km uzakta olan otele yarım saatten fazla süren bir yolculuktan sonra ulaştırdı bizi. Bu sırada muhabbet havadan sudan, koşudan başladı, Antalya'nın geçtiğimiz caddelerinin birbirlerine ne kadar benzediğinden, yapılaşmanın çirkinliğinden geçti...
Derken kalacağımız otele ulaştık. Ha bu arada, Antalya'da bizi Ankara'dakinden daha kapalı ve serin bir hava karşıladı ki bu durumu Antalya'ya hiiiiç yakıştırmadık. Neyse, otele vardık ve rezerve ettiğimiz odalara hemen eşyaları bırakır ve bir Kaleiçi turu yapar, birşeyler yer içeriz düşünceleriyle girdik kapıdan. Ancak, lobideki görevli odaların henüz hazır olmadığını ve bir süre beklememiz gerektiğini söyleyince, el mahkûm, beklemeye koyulduk.
Kalabalık olmamız görevli üzerinde baskı yaratmış olacak ki, kalabalık bir grubu uzun süre bekletmenin yaratacağı sıkıntıyla uğraşmamak için bizi kolayca ikna eden bir teklifte bulundu: barda bedava içki. Tabii ki bu teklife hayır diyemezdik:)Bizler bedava biraları hüpletirken çantacı arkadaşlar da otele geldiler. Bir müddet sonra hazırlanan odalarımıza eşyalarımızı bırakıp kendimizi sokağa vurduk.
İstikamet kale içi, maksat bir şeyler atıştırıp, eşliğinde biralarımızı yudumlamak... Fakat hava bize pek arkadaşça davranmadığı için, yağdı yağacak bir havanın eşliğinde Kaleiçi'nde oturacak bir yer aramaya başladık. Kaleiçi'ni bir kaç kere tavaf edip, geçtiğimiz yerlerden tekrar tekrar geçerek, nereye gittiğimizin de pek farkında olmadan, sonunda ayaklarımızın bizi götürdüğü, acıkan ve yorulan arkadaşlarımızın az sonra yeter artık feryatları atabilme ihtimallerinin de etkisiyle, ilk defa önünden geçerken fark etmediğimiz veya pek beğenmediğimiz bir yere önünden ikinci geçişte çölde bir serap görmüş gibi koşarcasına girip oturduk. İçeride garsonlardan ve birkaç kişiden başkasının olmaması, mekanın bir mutfağının bulunmaması ve dolayısıyla yiyecek bir şeylerin de olmaması bile buradan ayrılmamıza yetmedi. Bira vardı ve garson patates kızartması da bulabileceğini söyledi ya, o bize yeterdi. Toplucamekânın bahçesine girip turunç ağaçlarının altındaki tozlu, ahşap ve büyükçe bir masaya oturduk ve sonra, önce pek sevimli gelen sonrasında ise sevimliliğini kaybeden, ancak espriler, şakalar ve bir takım ikramlarla durumu kurtaran pek muhterem garsonumuza bira ve patates kızarması siparişlerimizi verdik, hatta dışarıdan kokoreç yaptırabileceğini de söyleyince bazılarımız kokoreç bile söyledi. Biralar geldi, muhabbet başladı. Arada, soğuk patlamış mısırları birayla mideye indirdik.
Sonra Serhan ve Asena aramıza katıldı, sonra bir kaç arkadaş daha... Sonra yine soğuk mısır.. .Fakat yiyecekler bir türlü gelmiyordu. Garson arkadaş "az kaldı, geliyor" derken, bir başka garsondan patates kızartmalarının yalan olduğunu öğrendik. Bizim garson ise getirdiği kokoreçlerin yanına koyduğu büyükçe bir salatalık turşusu ile kendini affettirmeye çalıştıysa da, ancak oturduğumuz yerin az uzağında koca bir tencerede patlatılan taze mısırlardan getirirlerse durumu kurtarabileceklerini söyledik :) Sonra kokoreç, sonra sıcak mısır, sonra muhabbet... Ve sonra hava karardı.
Pek disiplinli sporcular olduğumuzdan birer ikişer biradan sonra otele gidip dinlenelim diye oradan ayrıldık. Biraz sonra Serhan ve Asena'yla da yolları ayırdık (onlar başka bir otelde kalacaklardı). Artık yollarını daha iyi öğrendiğimiz Kaleiçi'nden çıkarak otelimize doğru yürümeye başladık. Yolda durup kurbağalarla hatıra fotoğrafı bile çektik.
Ertesi sabah erkenden kalkıp kahvaltı yaptıktan sonra otelin servisiyle yarış alanına vardık.
Yarış alanın yakınındaki parktan geçerken, burada bulunan metal heykellere bakıp Ankara'nın heykellerini "andık".
Aynı otelde kalan on altı kişi bir saat öncesinde yarışın yapılacağı alandaydık. Biraz sonra grubun geri kalanı, farklı farklı yerlerden gelerek, aramıza katıldı. Bir miktar ısınma ve esneme hareketi yaptıktan sonra maraton ve 21 K koşacak arkadaşlarımızı iyice kalabalıklaşan start alanına uğurladık.
Argün start noktasındaki üst geçitten koşucuların harika fotoğraflarını çekti. Saat 9:00'da maraton ve 21 K koşusu başladı, 9:15 te ise 10 K koşusu.
Hava, dışarıda durmak içinbiraz soğuk ama koşmak için ideal sıcaklıktaydı. Parkurların başlangıç ve bitişi aynı yerdi. 10 K parkuru,bir kısmı sahile paralel, bir kısmı ise binaların arasından geçen 5 km'lik bir rotadan oluşuyordu. Daha önce Avrasya'da 15 K koştuğum için, onunla karşılaştırırsam yolun eğiminin çok çok daha az olduğunu söylemeliyim. Yol boyunca işaretlemeler ve su-içecek-yiyecek durakları, bence, Avrasya maratonundakilerden daha başarılıydı.
Parkurdaki tek problemli şey, 5 km'nin sonlarına doğru koşucularla beraber hareket eden iki aracın, ki birisi ambulanstı, dönüş noktasında yolu tıkaması oldu. Benim için, dizimdeki sıkıntı yüzünden fazla asılmayacağımı düşünerek başladığım bu koşu, düşündüğümden biraz daha hızlı ama sorunsuz geçti. Finişe doğru yaklaşırken sindirim lobisinin işi olduğunu düşündüğüm bağırsak hareketlerim azıcık sıkıntı çıkarsada, problemsiz şekilde finişe ulaşmayı başardım. Finişte, gruptan, geçirdikleri sakatlık nedeniyle bir süre koşamayacak olan arkadaşlarımız ve destek kategorisinde yanımızda olan arkadaşlarımız bizi bekliyordu. Sanırım yarışın en güzel ve en değerli anlarından birisi, bitirirken arkadaşlarınızın orada olması, alkışları ve destekleriyle son metrelerde yüzünüzde tebessüm oluşturmaları ve içinizdeki dalgaların köpürmesi, ki onu "anlayamazsınız", ben de anlamadan yazdım zaten :)
Finişte bekleyen arkadaşlarımızın desteği bazılarımızda bir tebessümden daha fazlasını oluşturdu :)
10K ve 21K koşanlarımızın hepsi çok iyi derecelerle bitirdiler yarışı (sonuçlar metnin sonundaki tabloda). Güzel sonuçlardan birisi 10K koşan Ayşen'den geldi. Ayşen, geçen yıl aldığı dereceyle aynı dereceyi elde etti; 10K'da, kadınlarda 9. oldu. Bu arada, Sinan'ın babası, Mustafa amca, 10K koştu ve yaş kategorisinde 13. olarak gençlere taş çıkarttı.
Aramızdan maraton koşan tek kişi Serhan'dı. Ayşen, Ersin ve ben, Serhan'ın gelişinde ona eşlik edelim dedik ve son 1 km'yi onunla birlikte koştuk. Serhan da geçen yıldan daha iyi bir dereceyle yarışı bitirdi, yaş kategorisinde 20. oldu.
Runtalya 2014, tatlı bir yorgunlukla ama dimağımızda kalan güzel anılarla sona erdi... Tabii yerini yeni etkinlik planlarına bırakarak...