ORDOS
27/11/2005
Günümüz kent koşullarında yoğun iş telaşı, çoluk-çoluk ve geçim derdiyle uğraşırken bazı değerlerimizi hızla kaybetmiyor muyuz?
Zaman zaman eski mahallemizi, oradaki dostluğu, annelerimiz defalarca çağırana kadar oynadığımız oyunları özlemiyor muyuz?
Bilgisayarda oyun oynayan veya televizyondan gözlerini ayırmayan çocuğumuza baktığımızda "nasıl kurtarırım onu buradan" düşüncesi hepimizde yok mu?
İşte bu düşünceler bizi aşağıda ayrıntılarını okuyacağınız şenliği yapmaya teşvik etti. ORDOS dağcılığın yanı sıra bir arama kurtarma derneğiydi ve sonuçta bu da bir çeşit kurtarma değil miydi!?
Serdar Gülsöken
3 Haziran 2001 Pazar sabahı, otobüsler ve kendi araçlarıyla Işık Dağı yakınındaki Salın Yaylası'nda çok sayıda insanı bir araya getirmiştik. Yola çıkmadan dağıttığımız küçük broşürde mendil kapmacadan topaç çevirmeye, yağ satarımdan, yakantopa oynanacak oyunlar ve kurallarını miniklere tanıtmış, büyüklere hatırlatmıştık.
Tam anlamıyla 7'den 70'e denilebilecek grubumuzda, kimileri oyunların tümünü bilmenin ve hepsine katılmanın iddiasındaydı, kimileri ise "saksıda geçmiş" tabir ettiğimiz bir çocukluğun etkisiyle çekingen duruyordu. Kısacık bir yerleşme molasından sonra ilk oyunumuz olan yakantop'un takım kadroları okundu. Gelirken araçlarda oyunlara göre katılımcıları belirlediğimizden kızlı-erkekli, çocuklu-büyüklü eşit takımlar yapmak zor olmamıştı. Bir grup 2 ayrı sahada oynanan yakan topa devam ederken, başka bir grup da 5'erden oynanan minyatür futbola başlamıştı bile! Kurallar eskinin aynısıydı; 3 korner 1 penaltı, bel üstü gol yok ve tabii ki atan alır! Tüm bunlar olurken, geçmişin ip atlama uzmanı anneler boylarına yaklaşmış çocuklarıyla "otur da kalk, sigaranı yak, keyfine bak" nidalarıyla havalarda uçmaya başlamışlardı.
Bir arkadaşımızın bin bir uğraşıyla yaptığı bir zamanların kazı-kazanı olan "şans-talih-kader-kısmet"in beklenenin çok üstünde ilgi görmesiyle oyunlar kısa bir süre sekteye uğradıysa da büyük hediye olan ORDOS baskılı kazağın minik bir talihliye çıkmasıyla ilgi azaldı. Misket şıkırtılarının geldiği köşede ise ustalar parmaklarını konuşturmaya başlamıştı, müselles (üçgen)'in içine herkes payını dikip çizgiye doğru açıldığında vakit öğleyi bulmuştu, günün yaşça da çocukları olanlar şaşkınlıkla bir oraya bir buraya koşuyor, her oyunu öğrenmek, hepsine katılmak istiyorlardı ama "istop her şey benden" ile "apu-tapu her şey benden" arasındaki farkı da bir türlü anlayamıyorlardı!..
Yağ satarım, dalya ve çivili tahtadaki maçlar tüm hızıyla devam ederken kimse yemek yemekle vakit kaybetmek istemiyordu, bu kadar insan piknikteydi ve ortada mangal yoktu, bu nasıl piknikti canım! Oyunlarda yanan ya da sırasını bekleyen hızla koşturup sepetinden ağzına iki dolma atıp tekrar yerini alıyordu. Bazıları her zamanki piknik adamı tavrıyla "Hanım, börekleri çıkartsan da yesek" dese de ebelerin bacakları arasında gerili lastiğe çift ayağıyla sertçe zıplayan eşinden aldığı yanıt şöyle oluyordu:"Böreklerle kuru köfte sırt çantasında, git kendin al!".
Öğleden sonra 16'şar kişiden oluşan halat çekme takımları, "aldım-verdim" sonucu belirlendi ve minik bir derenin iki yakasında yerlerini aldı. Düdükle birlikte herkes olanca gücüyle halata asılmaya başladı ama daha güçlü görünen takım nedense diğerlerini yerinden kımıldatamıyordu. İşin tuhafı diğer takım pek de kuvvet harcamıyor gibiydi. Bir süre sonra gerçek anlaşıldı; güçsüz takımın uyanıkları, halatın ucunu arkalarındaki kocaman ağaca bağlamışlardı! Mızıkçıların azarlanmasından sonra oyun tekrar başladı ve favoriler kazandı. Dereye dökülen düşmanın! cezası rakibi en yakın tepeye kadar sırtta taşımaktı.
Birdirbir günün en ilgi çeken oyunlarından biriydi, fakat dokuzum durak'dan sonrasını beceren çok fazla babayiğit çıkmayınca eski kuralların birazcık dışına çıkıldı. Hemen ötedeki ağaçların altında körebe oynayan minikler, kendilerini yakalamak isteyen anne-babalarına usta vücut çalımları atarken yanlarındaki düz zeminde geçmişin topaç ustaları, öğrencilerine işin inceliklerini bıkmadan anlattılar.
Dönüş saati geldiğinde kimse oyuna doymamıştı. Otobüsteki son sürpriz ise bir zamanların eşsiz tadı leblebi tozuydu.
10 yaşındaki kızım, bunca emekle hazırlanmış tuzlu ve şekerli bu tadı fazla sevmese de şu cümlesi pek çok şeyi anlatıyordu:
"Baba tüm bu oyunları oynar mıydınız gerçekten? Ben de o zamanlarda yaşamak isterdim..."
Katılan herkes, şenliğin tekrarı için bir sene beklemek istemediklerini söylerken ben hala, "chat, barbi, tv" müsellesinin dışına çıkamayan çocuklarımız için başka ne yapabiliriz diye düşünmekteydim...
ORDOS'un Çelik Çomak Şenliği'nden sonra başka grupların da benzerlerini düzenlemesi sanılanın aksine bizi sevindirmektedir. Bu tür şenliklerin çoğalması için istenecek her türlü yardıma seve seve hazır olduğumuzu buradan tekrarlayabiliriz. 2001'den sonra her yıl düzenli olarak yapılan şenliğimiz 2005 yılında - bu yazının başlangıç cümlesindeki nedenlerle - yapılamamış olsa da 2006'da öncekilerden daha güzelini yapma yolunda çalışmalar başlamıştır.